Telesiyej ‘Mor Menekşeler’, TRT’nin dizi standardını aşan bir yapım

Zanaatı iyi bir dizi Mor Menekşeler.
Var bir albenisi.. rejisi iyi, mekân değerlendirmesi iyi, atmosfer, oyuncu yönetimi, jeneriği, mekân ışıklandırması çok iyi.. kısaca düzgün bir iş çıkarmış Tarkan Karlıdağ’ın yapım ekibi.
Genel yönetmenliğini Serdar Akar’ın yaptığı Mor Menekşeler’de karakterler de iyi işlenmiş ayrıca.
Ama senaryonun biraz muğlâk bir yapısı var sanki. İzlemede zorluk yaratıyor. Belki epizotlu bir yapı kurmak istenmiş.. öyleyse şayet, solukları buna yetmemiş gibi görünüyor.
Doğrusu biraz da obur buldum Mor Menekşeler’i; her şey birden olsun istenmiş hikâyede; hem komedi olsun, hem dram olsun, hem Demokrat Parti döneminin eleştirisi olsun, hem Halk Partisi’nin eleştirisi bulunsun; statüko da eleştirilsin.. biraz aşk olsun ayrıca, kahramanlık olsun, mahalle delikanlılığı da eksik kalmasın, fakirlik olsun, sınıf atlama arzusu olsun, mafya-siyaset ilişkisi olsun.. olsun da olsun!
Olsun olmaya da.. bütün bunlar inandırıcı da olsun ister seyirci.. mekanikliği hoş karşılamaz pek, temaların birbirleriyle diyalektik ilişki içinde olmalarını, kurgulanmış olan hikâyenin yalın ve akıcı olmasını, en önemlisi de kolayca izlenmesini ister.

zaman ve mekan

“Mor menekşeler” Dizisine usta oyuncu Erdal Özyağcılar konuk oldu
Usta oyuncu Erdal Özyağcılar, Sakallı İsrafil karakteriyle sinema tadındaki dönem dizisi “Mor Menekşeler”’e konuk oyuncu oldu. Sert ve sabırsız emniyet amiri karakteri “Sakallı İsrafil” ile “Mor Menekşeler” dizisine konuk oyuncu olarak katılan Erdal Özyağcılar, dizinin kabadayılarının kabusu olacak.
6 Şubat Pazartesi 19.50’de, TRT 1’de 15. Bölümü yayınlanacak dizide rol alan Erdal Özyağcılar’ın canlandıracağı ilginç karakter “Sakallı İsrafil”, dizinin müdavimleri tarafından merakla bekleniyor.
Sert, sabırsız, herkese suçlu gözüyle bakan emniyet amirini oynayan Sakallı İsrafil (Erdal Özyağcılar) Eskitepelilere çektirecek. Kabadayı Akif (Sarp Leventoğlu) ve Fakir Şükrü’nün (Güven Kıraç) kabusu haline gelecek olan Erdal Özyağcılar, Eskişehir’de gerçekleşen çekimlerin set aralarında Güven Kıraç ve Zafer Algöz’le gerçekleştirdikleri sohbetleri hem iş hem keyif olarak değerlendirdi.
Usta oyuncu çekimlerine katıldığı dönem dizisi için” Serdar Akar’ın setinde olmak yine çok güzel… Elveda Rumeli günlerimizi yaad etmiş olduk. Aynı disiplin ve özveri ile güzel bir ekiple 2 bölüm çektik. Oynadığım karaktere Serdar Akar ile parande attırdık iki ön bir ters biraz uçtuk ama kararı izleyici verecek. Heyecanla bekliyorum” dedi.
Yapımcılığını Tarkan Karlıdağ, yönetmenliğini Serdar Akar’ın yürüttüğü, senaryosu Levent Cantek tarafından kaleme alınan, henüz yirmili yaşlarında üç delikanlının hikâyesinin anlatıldığı dizi “Mor Menekşeler”, her Pazartesi saat 19.50’de, TRT1 ekranlarında…
Konusu:
1950-1971 yılları arasında Ankara’da geçen Mor Menekşeler, yakın arkadaş olan, henüz yirmili yaşlarının başındaki üç delikanlının hikâyesi. Babalarını aynı iş kazasında kaybeden Hayali Ömer, Kabadayı Akif ve Sarı Fikret kardeş gibi büyümüşlerdir. Bir kenar mahalle olan Eskitepe’de geçen hikâyede, üç genç, başta Yorgancı İshak olmak üzere, mahallelinin maddi ve manevi yardımlarıyla yetişmişlerdir. Kavgacı ve dayanışmacı Eskitepe de, dizinin ana karakterlerinden biridir. Üç gencin delikanlılıktan kabadayılığa uzanan çarpıcı serüvenleri aşk acısı, ihanet, zorbalık ve şiddetle harmanlanır. Ankara’nın namlı kabadayılarından Fakir Şükrü ve yeğeni Dedo ile karşılaşmaları onların kaderlerini değiştirir. Dedo, amcasının kanun dışı işlerinden edindiği serveti ve caydırıcı gücü, ticaret ve siyasetle artırmaya çalışır. Üç Eskitepeli genç, Fakir Şükrü ile Dedo’nun hizmetine girerler. Bu yeni başlangıç, her üçünün de ahlaki ve vicdani çöküntüsünü ve giderek birbirlerine düşmanlık beslemelerini beraberinde getirir. Dizi, erkekler dünyasını temel alırken, aynı zamanda, Cevriye, Gecekuşu Sabiha, Köfte Leman, Samsunlu Hayriye, Terzi Faikanım gibi güçlü ve renkli kadınların hikâyelerini de anlatır. Mor Menekşeler, Demokrat Parti’nin yıldızının parladığı dönemde geçer. O yılların siyasi iklimi, gündelik yaşamın dönüşümü, futbol ve yeraltı âleminden de kesitler sunar. Kısacası, Mor Menekşeler, Ankara’da geçen bir mafya ve yozlaşma hikâyesidir.

mor yazılar 13

TRT’de ilginç bir dönem dizisi daha izleyiciyle buluştu. Başrolleri Güven Kıraç, Zafer Algöz, Sinan Tuzcu, Sarp Levendoğlu, Umut Kurt ve Ömür Arpacı’nın üstlendiği, üç gencin delikanlılıktan kabadayılığa uzanan serüvenini konu alan “Mor Menekşeler”in çekimleri Eskişehir’de devam ediyor. Biz de geçtiğimiz hafta kahkahanın hiç eksilmediği o renkli seti ziyaret ettik, hikayeyi bir de Güven Kıraç ile Sinan Tuzcu’dan dinledik.


Kabadayılar Eskişehir’den yola çıktı Dizinin üç delikanlının kabadayılığa uzanan süreçte yaşadıkları üzerine kurulu olduğunu biliyorum. Peki siz bu hikayenin neresindesiniz, hangi karakterleri canlandırıyorsunuz?
- Güven Kıraç: Ben Fakir şükrü’yü oynuyorum. Eskitepe’nin ileri gelen kabadayılarından biri... Lakabı Fakir şükrü olsa da o günleri çoktan geride bırakmış.

Eskiden hamalken, artık mal mülk sahibi zengin bir adam... Horoz dövüşüne meraklı. Kumara düşkünlüğü de var tabii...
- Sinan Tuzcu: Benim canlandırdığım karakterin ismi Muharrem... Lakabıysa Dedo... Fakir şükrü’nün yeğenini oynuyorum. Kabadayılık raconuyla büyümüş. Racon racon diyoruz ama aslında racon kabadayılığın anayasası. Mahallede racon kesen de Fakir şükrü... Yani her türlü anlaşmazlığı, problemi, çözen, aileler arasındaki sıkıntıyı tatlıya bağlayıp son sözü söyleyen kişi.

Bu lakap nereden geliyor?
- Sinan Tuzcu: Lakabı muhacirlikten geliyor ve “dede” manasına geliyor. Yaşı genç olmasına rağmen ağırbaşlı bir adam... Lise mezunu... Tabii 1950’lerde lise mezunu olmak da büyük iş. O yüzden ticaret hayatına da atılıyor, milletvekilliğine de soyunuyor, Hacettepe’nin kuruluşuna bile ön ayak oluyor. Ve amcasının eline geçen paranın nasıl işletileceğine o karar veriyor. Her kabadayı ailesinin içinde “Bu silah meselesinden elimizi çekelim, legal olmaya bakalım”cı adamlar vardır. ışte onlardan biri Dedo. Amcasıyla arasında tatlı bir çekişme var diyebiliriz.

BU ADAMLAR ŞİMDİKİ MAFYANIN ÇIKIŞ NOKTASI
Senaryo gerçek olaylardan esinlenilerek yazılmış. Eski dökümanları arıştırdınız mı, bu karakterler hakkında veri elde edebildiniz mi?
- Sinan Tuzcu: Evet, bizim hikayemizin aslında şimdiki mafyanın çıkış noktası olduğunu gördüm. Ankara’nın Eskitepe mahallesinde geçen olaylar bunlar...

Ama mafya ve kabadayılık birbirinden ayrı şeyler değil mi?
- Sinan Tuzcu: Evet, kabadayılık sonradan bozulup mafyaya dönüşmüş. Dündar Kılıç’ın bir lafı vardır, “Biz ne külhanbeyiyiz, ne de mafyayız. Biz kabadayıyız” der bütün röportajlarında.

MAÇ İÇİN İSTANBUL DÖNER İÇİN ANKARA’DAYIZ
Dört haftadır Eskişehir’desiniz. Burada vakit nasıl geçiyor?
- Güven Kıraç: Evet dört haftadır burdayız. ışimiz rutine oturduktan sonra yapacaklarımızı şimdiden hesaplamaya başladık. Maç yaparız, şu mekana gideriz diye hesaplıyoruz.
- Sinan Tuzcu: Ben arada maç seyretmek için ıstanbul’a kaçıyorum bu arada...

Maç seyredip hemen Eskişehir’e dönüyorsunuz yani...
- Sinan Tuzcu: Evet. Maç muhabbeti erkekler arasında hiç bitmez malumunuz. Tavla var tabii. Bir de Ankara’da çekimleri devam eden “Behzat Ç.” ekibi yakın arkadaşlarımız. Buradan arabaya atlatıp döner yemeye yanlarına gittiğimiz oluyor.

Senaryoyu ilk okuduğunuzda gerçekten ben bu işin içinde olmalıyım dedirten şey neydi?
- Sinan Tuzcu: Ben, yazmakla da uğraştığım için senaryo okurken elime kırmızı kalemi alıp yanlışların altını çizerim. Okuduğum senaryoda kırmızıyla altını çizili satır çoksa, genellikle “hayır oynamıyorum” derim. Bu kez elime gerçekten tertemiz bir senaryo geldi. Kırmızı kalemi bir kere kullanmama gerek kalmadı. Hem diyaloglar çok iyiydi hem de o zamanların durumunu, bakış açısını çok iyi anlatan, hiçbir şeyin havada kalmadığı bir senaryoydu. Bir de Serdar (Akar) abi gibi gerçeği çekmekle derdi olan bir yönetmen olunca, iş gerçekten tadından yenmez bir hâl aldı.
- Güven Kıraç: Ben yıllar öncesinden, daha senaryo yazılmadan bu projeyi biliyordum. Hikayeyi duyduğum anda da heyecanlanmış, “bu işi yapmak lazım” demiştim. Yani bildiğim bir hikayenin senaryosunu okumuş oldum. Çok özenli bir senaryo ve insanı heyecanlandıran, herkesin içinde olmak isteyeceği bir hikaye. Ben de buna kayıtsız kalmadım. Senaryoyu okuyup menejerimle toplantıya gittim. Tam da istediğim rolü teklif ettiler. El sıkıştık, üç saniyede bitti iş.

DİZİNİN MOTTOSU “ESNAF MEMNUN”
Dizinin adı neden “Mor Menekşeler”?
- Sinan Tuzcu: Hacettepe’nin simgesi mor menekşe çünkü... Ankara-Eskitepe’de bir meydan varmış, orası olduğu gibi mor menekşe kaplıymış. Hacettepe futbol takımının rengi ne olsun diye kurula sorulduğunda, “Burada mor menekşeler var, mor olsun” demişler. Bizim dizimizin adı da oradan geliyor.

Bu arada Güven Bey, siz bu dizi yüzünden Altın Koza Film Festivali’nde jüri üyeliğini reddetmişsiniz...
- Güven Kıraç: Evet öyle oldu. “Benim sekiz dokuz gün Adana’ya gitmem gerek” diyerek ekibi zorlamak istemedim. O yüzden yerime başkasını almalarını rica ettim. Taner Birsel benim yerime jüri üyesi oldu.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
- Sinan Tuzcu: Ben son olarak “esnaf memnun” demek istiyorum. Bu bizim dizimizde motto olarak kullandığımız bir laf (gülüyor).

KÜÇÜCÜK ÇOCUKTUM GÜVEN HOCAM BENİ HAVALARA HOPLATIRDI
Sizin tanışıklığınız da çok eskilere dayanıyor. Aynı sette olmak, birlikte kamera karşısına geçmek nasılmış?
- Sinan Tuzcu: Beni yetiştiren, buralara getiren Güven hocamla aynı projede olmak çok keyifli. Küçücük çocuktum, beni hop hop diye havalara atardı.
- Güven Kıraç: Ya inanma, benim yaşımı şişirmek için söylüyor bunları (gülüyor)...
- Sinan Tuzcu: şaka bir yana, birlikte çalışmak çok güzel. 1950’lerde Güven 19 yaşındaymış. O dönemleri yaşadığı için ondan da çok şey öğreniyoruz.
- Güven Kıraç: Zaten özel bir dostluğumuz var. ılk kez de dizi setinde bir aradayız. Onunla aynı projede olmak başka bir keyif. Diğer arkadaşlarımız da öyle ama... Birbirimizin adını duyunca yüzümüzde güller açıyor. Bu sinerjiden neler çıkacak diye büyük bir heyecan duyuyoruz.    

hürriyet kelebek

tarkan karlıdag 

ANKARA İLE İLGİLİ BİR DÖNEM DİZİSİ DAHA GELİYOR
Ankara'da şu an çekilen beş dizi olduğunu anlatan Karlıdağ, kendilerinin Behzat Ç'nin ardından Ankara ile ilgili bir dönem dizisi daha çekmek istediklerini söyledi ve şöyle konuştu: ''Ankara'nın geçmişine ait bir hikaye olacak. Biraz Hacettepespor Kulübü'nün kuruluşuyla ilgili bir hikaye. Mor Menekşeler adı altında projeyi yazdırdık. bu verimli iş birliğini bu projeyle de sürdürmek istiyoruz. Dizide Ankara'nın çehresinin değişimiyle alakalı. Hacettepe biraz kabadayılar semti olduğu için, biraz onların üzerinden 'Bir Zamanlar Amerika' filmi havasında olacak. 3 arkadaşın yükseliş hikayesi anlatılacak. Arka planda ise sosyo ekonomik olarak Türkiye'nin yükselişi, gelişimi merkezden, Ankara'dan anlatılacak. biliyorsunuz bu tür dönem filmleri genelde İstanbul'dan anlatılıyor.''


Keşanlı Ali "Kürt Cemali" mi? evet kürt cemali





Keşanlı Ali "Kürt Cemali" mi?

Gazeteci Mehmet Kemal' in dediğine bakılırsa  Haldun Taner Ankara'da olduğu dönemde Keşanlı Ali Destanını kaleme almadan önce Kürt Cemali ile ilgilenmiş, oyunun başına yazdığı önsözde de yazarın Altındağ ile olan ilintisi bunu doğrular nitelikte, dahası Kürt Cemali'nin gerçek hayat hikayesi ile Keşanlı Ali karakterininki  hayli benzer durumda. Gerçi Haldun Taner, eseri yazdıktan sonra Sineklidağ'ın Ankara'daki  Altındağ'ın esinlenmesi olduğunu çeşitli kereler söylemiş ama Kürt Cemali- Keşanlı Ali esinlenmesi hakkında kendi ağzından herhangi bir  ifşaatine rastlamadım.
Haldun Taner'in Keşanlı Ali karakteri için çıkış noktasının Kürt Cemali olduğunu düşünsek de, eser bir otobiyografi ya da belgesel nitelikli bir oyun olmadığından, Ali karakterinin Kürt Cemali olup olmadığı konusundaki tartışmalar, bir sanat eserinin alımlanması bakımından çok yerinde değil . Kürt, Rumelili ya da Çerkez kökenli oluşu yazarın eseriyle anlatmak istediği düşünceyle ilintili seçimlerdir. Yazarın eserinde kendi kurgusunu tamamen reel bir karakteri işaret ederek gerçekleştirmesi ya da reel karakterleri çağrışım düzeyinde bir üslupla ele alması, sadece politik değil,  içinde pek çok teknik ve estetik ölçütlerin de olduğu bir seçimler bütünüdür zannımca.
Ne var ki Kürt cemaatimiz olaya başka bir yerden yaklaşmış, Haldun Taner' in Kürt Cemali' den esinlenerek, hatta belki tamamen kopya ederek yazdığından emin oldukları eserde, Kürt ibaresinin yerine Keşanlı ibaresinin tercih sebebini "Kürt ismi üstüne kurulan tabu" olduğunu düşünerek, yazarı "devlete sadık, kemalist aydın tipinin en belirgin örneğidir." biçimde tanımlayanlar olmuş.
Devlet kademelerinde ya da sokakta Kürt ismi üzerine bir tabunun olduğu kabul edilebilir bence de ama  yine de, baskıya maruz  toplumların yarattığı kahramanlar ve mitlerini ironik bir yolla eleştiren ve aslında bir anti- kahramanlık hikayesi anlatan bu oyunun baş rol karakterine  " Herşeye rağmen erdemli kabadayı“ Kürt Cemali’nin bu sanat eseriyle ölümsüzleştirildiği" düşüncesiyle kahramanlık payesinin giydirilmeye çalışılması  oldukça absürd.
Oyunu okumadılar mı acaba?...  Keşanlı Ali karakteri kendisine atfedilen destanıyla korkuları arasında sıkıştıkça insanlaşır, o kahraman falan değildir, kahramanlık rolü oynayan bir acizdir.
Ayrıca şu "erdemli kabadayı" tanımlaması, tüylerimi ürperiyor. Başına "erdemli" sıfatı eklendimiydi adam öldürmüş, haraca kesmiş, yol kesmiş farketmez öyle mi? Nasıl da teşneyiz yeni bir romantik Robin Hood masalı kurgulamaya, hele ki bizdense, bendense, beri taraflıysa...  Ah, toplumların afyonları hep aynı. Nasıl da "insan her yerde aynı kumaş"...
Rolü nasıl oynayacağıma dönecek olursak, Engin Cezzar' ın  Haldun Taner'in de provalarına katıldığı ilk versiyonunda rolün lakabı "Keşanlı"  olduğu halde neden rumeli - trakya  ağzıyla konuşmadığına bu Kürt Cemali durumu bir açıklık getirebilir mi acaba?  Belki de Taner rolü sonradan  "Keşanlı"  olarak değiştirdi. Eğer böyleyse  bu durum Ali' nin diyaloglarındaki hafif İç Anadolu' ya kimi zaman da Doğu' ya yapılan göndermeleri ya da Ali'nin diyaloglarında tek bir Trakya göndermesi olmamasını açıklayabilir mi?
Provalar başlar başlamaz  Y.E 'le konuşmamız, önemle bu seçimlerin üzerinden geçmemiz  gerekiyor.  Bence,  artık neredeyse hiç hatırlanmayan Hacettepe olaylarını ve Kürt Ali' yi vurgulamak çok gereksiz, dolayısıyla rolü Trakya  ağzıyla konuşmak hem Keşanlı ibaresine hem de Kürt Ali/ Keşanlı Ali karışıklığına uygun bir çözüm diye düşünüyorum. Oyun Kürt Ali' nin hikayesinden esinlenilerek yazılmış olsa bile sonuçta sahne üzerindeki Keşanlı Ali karakteri yazarın ve yönetmenin tasarımını öngördüğü ama yaratıcısının ben olduğum bir kollektifin ürünü olacak. Yani bir oyun, bir kurmaca karakter, yani sanat işte ..Tarihi bir belge ya da rötuşa giren bir fotoğraf değil değil




"Keşanlı Ali" mi "Kürt Cemali" mi?
Mehmet Bayrak
            Cumhuriyet tarihi boyunca “Kürt ismi üstüne kurulan tabu, toplumsal yaşamın yanısıra edebiyat ürünlerine de yansımış ve tüm albeniliğine rağman bu eserleri düşünce kadük bırakmıştır.
Kemal Bilbaşar’ın Kürt isyanlarını anlatan Memo ve Cemo romanları ile Mustafa Yeşilova’nın Dersim katliamını anlatan Kopo romanı; Fikret Otyam’ın, Ahmed Arif’in şiirleriyle süslediği röportajları bunun ilginç örneklerinden yalnızca birkaçıdır. Bu eserlerde Kürt ismi sansürlenerek “Türkmen”e dönüştürülür çoğu kez. Hatta Kopo romanının bu özelliğini eleştiren yazar Osman Şahin’in cezaya çarptırıldığını hatırlıyorum.
Ankara'da 1963'te kallesce öldürülen "erdemli kabadayi" Kürt Cemali (*)
Bu uygulamanın tiyatro planındaki en ilginç örneklerinden birini, ünlü tiyatro yazarı Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı’nda görüyoruz.
Haldun Taner tiyatro yazarlığında bir dönemeç kabul edilen ve epik tiyatronun şaheserlerinden sayılan, bu özellikleriyle de Türkiye’de ve birçok Avrupa ülkesinde yüzlerce kez sergilenen Keşanlı Ali Destanı; konusu, karakterleri, jargonu ve tüm motifleriyle Ankara’nın ünlü kabadayaılarindan Kürt Cemali’yle çevresini işlediği ve bu özelliklerinden dolayı “Kürt Cemali Destanı” olması gerekirken, birdenbire “Keşanlı Ali Destanı”na dönüşüvermiş.
Gösterime girdiği 31 Mart 1964’ten itibaren 130’u Türkiye’de; geriye kalanları da İngiltere, Almanya, Lübnan, Çekoslovakya, Macaristan ve Yugoslavya’da olmak üzere 342 kez sahnelenen; yazılı kitapçığı bile 1964, 1971, 1977 ve 1984’te birçok baskıya ulaştığı gibi birçok yabancı dile çevrilen Keşanlı Ali Destanı, işlenen temanın Kürt kimliği bakımından izleyicilerin de hamen dikkatini çekmiş ve tartışılmaya başlanmıştır; neden Kürt Cemali değil de, Keşanli Ali Destanı diye…Yaşar Kaya, 1960’lı yılarda gösterime girdikten sonra bir seyirci tepkisini şöyle aktarır:
“Haldun Taner, Keşanli Ali’nin vizyonundan sonra Kadıköy vapurunda Doğulu savcı bir arkadaşımla tartıştılar. O zamanlar fakülteyi yeni bitirmiş genç hukukçu arkadaşla ilericilik-gericilik tartışması yaparlar. Hukukçu arkadaş, 1960’lı yıllarda Ankara’da çok ünlenen Kürt Cemali ile bu oyunun ilgisinin olup olmadığını söyler. Onun, öldürülen Kürt Cemali’nin hayat hikayesinin tıpatıp aynısı olduğunu söyler. Haldun Taner, inkâr yoluna sapar… Arkadaşım, Keşanlı Ali’nin niçin Trakya şivesi değil, bir Kürt kabadayısı ağzıyla konuşturulduğunu sorar. O zaman ip kopar. Haldun Taner bunu kabullenir gibi olur, “Ona Kürt Cemali desem oynamazlar, onun için Keşanlı Ali dedim” der. (1)

Yaşar Kaya bu anekdottan sonra “bu gerçeğin bir inkârıdır” vurgusunu yaparak, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Keşanlı Ali, bir Keşanlı göçmen gibi konuşmaz, konuşturulmaz. Keşanli Ali metropole gelen bir Kürt kabadayısı ağzı ve şivesiyle konuşur. Dekor mahalle Ankara’nın bir gecekondu semtinde geçer. Örf, adet, anane, yaşam Trakya’ya benzemez. Raconu ayrıdır. Tarih, tabaka, tütün, sigara sarma Keşanlı Ali’ler gibi değil, Kürt hapishanecileri gibidir.” (2)

Kaya, yazısının sonunda, şu saptamada bulunmaktan kendini alamaz: „Haldun Taner, devlete sadık, kemalist aydın tipinin en belirgin örneğidir. Bile bile ad değiştirerek Kürt Cemali’yi Keşanlı Ali diye topluma yutturmanın aydın haysiyeti ile ne derece bağlaştığı çok önemli. Ama sırf ‚Kürt’ kelimesi başına gelmesin ve ‚Keşanlı dersem belaları savuştururum’ düşüncesiyle gerçeği tersyüz etmek ayrı bir olaydır.“ (agy)

Aslında, Keşanlı Ali Destanı ile Kürt Cemali arasındaki bağlantıyı doğrudan gözlemlere dayanarak yazılı bir belgeyle ilk bilince çikaran, yine orta Anadolu Kürtlerinden değerli gazeteci ve yazar Mehmed Kemal’di. 1970’li yılarda tanışıp kısa zamanda dost olduğumuz Mehmed Kemal, 1980’li yıların başlarında Cumhuriyet’te yayımlanan „Türkiye’nin Kalbi Ankara“ konulu yazıdizisinin bir günlük bölümünü bu konuya ayırır. „Kürt Cemali’den Keşanlı Ali Destanı’na“ başlığıyla sunulan bu bölümde Kürt Cemali’nin yaşam serüveni ve öldürülmesi anlatıldıktan sonra, konunun Haldun Taner’le bağlantısı şöyle aktarılır: "Kürt Cemali, Altındağ ve Atıfbey’de çok sevildiğinden tutuluyor, ağıtlar yakılıyor. Ogünlerin akşam gezeteleri Cemali’nin öldürülüşünü ballandıra ballandıra yazıyorlar. (3) Öyle ki Haldun Taner’in dikkatini çekiyor. Birgün Haldun Taner bana çıkageldi. ‚Şu Kürt Cemali nerelerde geçti, aslı ne öğrenmek istiyorum’ dedi.
Haldun’u Altındağ ve Atıfbey’in çocuğu Avukat Şefik Günder ve Atıfbeyli Tahsin Yaman’la tanıştırdık. Öğrendi, inceledi, bu olaydan ‚Keşanlı Ali Destanı’ doğdu.“ (4)

Yazıdizisinde, o yıların ünlü kabadayıları arasında Kürt Cemali dışında şu isimler sıralanır: Hacettepeli Mehmet, Boyacı Arif, Dündar Kılıç, Kovboy Niyazi, Jandarma Ziya, Yaşar Altınışık, Kürt Nevzat, Sarı Vahit, Kürt Tahsin.

Günün birinde, Kürt Cemali’yi kalleşlikle öldüren kişiler olarak bunlardan Hacettepeli kabadayı Mehmet’le Boyacı Arif Ankara’daki Hergele Meydanı’nda Cemali’nin öldürüldüğü yerde öldürülürler. Dündar Kılıç ise kabadayılığının yanısıra Alaattin Çakıcı’nın kayınpederi olarak da biliniyor.

Daha önce bu olguyu es geçen Haldun Taner de, Mehmed Kemal’in yazılı açıklamalarından sonra aynı gerçeği itiraf etmek zorunda kalır.

1983’te eserinin dördüncü basımına yazdığı Önsöz’de işin aslını şu sözlerle itiraf eder:
„1960’larda Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin çağrılısı olarak, Tiyatro Enstitüsü’nde konuk hoca sanıyla dersler verirdim. Bunun için her ayın son haftası gider, Ankara’da kalır, sonra İstanbul’daki Fakülteme dönerdim.

Altındağ’la (Cemali’nin mahallesinin bulunduğu semt M.B.) ahbaplığım o tarihte başladı. Çoğu akşamlarım ve gecelerim orada geçti. Gün geçtikçe onlarla övür oldum. Gecekondu dünyasında geçecek bir oyun tasarlamaya da işte, o tarihte başladım. Konu ne kadar bizdense, oyunu üslubu da o kadar bizden olsun istiyordum.“ (5)

Yeniden başa dönersek, Haldun Taner’in bu son itiraflarına dayanarak diyebiliriz ki, „Evet, konu bizden, oyunun üslubu bizden, ama ismi bizden değil!..“
Ankara-Altındağ’ın Kürt Cemali’si nerede, Edirne’nin Keşanlı Ali’si nerede?.. Kürt ismi üzerindeki tabu aşılıp gerçek adı yani „Kürt Cemali Destanı“ adı konsaydı taşlar tümüyle yerine oturmaz mıydı dersiniz? Herşeye rağmen „erdemli kabadayı“ Kürt Cemali’nin bu sanat eseriyle ölümsüzleştirildiğini düşünüyorum.

Kaynaklar:
1- Yaşar Kaya: Keşanlı Ali Destanı mı? Ankaralı Kürt Cemali Destanı mı?, Özgür Politika, 26.3.1996
2- Agy.
3- Dönemin birçok gazetesi olaya yer verirken, Resimli Posta Gazetesi bir özel ek yayımlar: „Kürt Cemali’yi Neden Vurdular“, Ank, 1963.
Günümüzde Türkiye’deki kimi kütüphanelerde müstakil bir kitapçık olarak yer alan bu ek, şu sözlerle bitmektedir:
„Cemali bugün Ankara-Asri Mezarlıkta toprakların altında yatıyor. Ama Cemali aslında insanların kalbinde yatıyor. Cemali ismi bundan böyle ağızdan ağıza yayılacak, kulaktan kulağa duyulacaktır. Cemali Ankara’da olduğu kadar taşra illerinde de bir şeref ismi olarak dolaşacaktır.“
4- Mehmed Kemal: „Türkiye’nin Kalbi Ankara“ yazıdizisi, Cumhuriyet gaz. 19 Mayıs 1982.
5- Haldun Taner: Keşanlı Ali Destanı, „Önsöz“, Bilgi Yayınları, Ank. 1984, s. 5.
(*) Resimli Posta Eki, Ank. 1963


http://www.navkurd.net/nivisar/mehmet_bayrak/kesanli_ali.htm



ANKARALI KÜRT CEMALİ
Ercan İmre (Recordturk)
Kürt Cemali lakabıyla maruf 50 li ve 60 lı yılların Ankara'sında özellikle Altındağ, Yenidoğan ve Bentderesi semtlerinde güçlü olan zamanın kabadayısı Cemali Coşar.
O tarihlerde Ankara Hacettepe de kumar oynatıp haraç toplayan Kabadayı Mehmet 1953 de Yakın arkadaşı Sarı Veli'yi bir alacak verecek meseli yüzünden öldürmekten önceden tecilli cezasıyla birlikte 15 yıl hapis cezasına mahkum olur. Dündar Kılıç o zamanlar yeni yeni palazlanıyor, bu alemlerde kendini göstermek ve kumardan kazanç toplamak için kavga ve çatışmalarda cesaretini kanıtlaması gerekiyordu. Çeşitli kavgalara gire çıka hapishaneleri uğrak yeri haline getirmiş olan Dündar Kılıç bu sayede Kabadayı Mehmet başta olmak üzere zamanın ünlü kabadayılarıyla tanışmış, hapisten çıkınca onların kumarhanelerine  takılmaya  başlamıştı.
İşte Kabadayı Mehmet hapise girince onun Kumar işleriyle Dündar Kılıç ilgilendi. 1962 yılında Kabadayı Mehmet hapisten çıkınca Dündar Kılıç onunla beraber oldu. Yıllar geçmiş Ankara da 27 Mayıs sonrası askeri dönemin ağırlığı hız kesmiş kabadayılar aleminde her şey eski hızına kavuşmaya başlamıştı.
Kürt Cemali ile Kabadayı Mehmet takışmışlardı sebep kumar oynatılan bölgelerin paylaşılması idi. Bu takışma ve kavgaların ardı arkası gelmedi Ankara artık bu iki gruptan biri için fazlaydı. Bir Nisanı iki Nisana bağlayan gece Kabadayı Mehmet konuşmak ve kumar oynamak için Kürt Cemalli'yi Hergele meydanındaki kulübüne davet eder, gecenin ilerleyen saatlerinde aralarında çıkan çatışma sonucu Kürt Cemali vurularak öldürülür.
Cemali'nin Ardından
Kürt Cemali'nin öldürülmesinin ardından Ankara da büyük gösteriler olur. Altındağ, Yenidoğan, Atıfbey mahallerinden beş bine yakın kişi önce İtfaiye meydanındaki kahvenin önünde toplanıp intikam sloganları atarlar, sonra Kabadayı Mehmet in bulunduğu adliyeye yürürler.
Dündar Kılıç meşru müdafaa halinde sayıldığından Kürt Cemali cinayetinden beraat etti ve 1963 affıyla Kabadayı Mehmet le birlikte tahliye oldular. Dündar Kılıç serbest kaldıktan sonra artık Ankara da barınamayacağı için İstanbul a yerleşme ve işlerini buradan yürütme kararı alır. Böylece bu olayla birlikte ilerde yeraltı dünyasını ünlü ismi olup Türk kamuoyunun yakından tanıyacağı Dündar Kılıç ın İstanbul macerası başlar.
Kabadayı Mehmet ise 6 Nisan 1965 günü Cemali Coşan ın 16 yaşındaki yeğeni Nuri Coşan tarafından vurularak öldürüldü. Dündar Kılıç Yaşamı boyunca Kürt Cemalli'ye ateş etmediği ve suçlu olmadığını söyledi. Bu arada zamanın ünlü Türkücülerinden Nuri Sesigüzel söz ve müzik i Nail Bayşu a ait olan "Ankaralı Kürt Cemalli'ye Ağıt" isimli plağı yapar, bu plak o kadar tutar ve o kadar çok çalınır ki artık şarkının popülaritesinden rahatsız olan Dündar Kılıç bir gün Nuri Sesigüzel e gider:
"Neden yani Nuri Bey? Siz insanları neşeye boğmayı düşüneceğinize böyle bir plak yapmaktasınız ki canımızı aldırmak istercesine? Öyle değil mi Nuri Bey?"
Nuri Sesigüzel "Seni tanımış olsaydım, sana zararlı olacağını bilseydim yapmazdım bu plağı." deyince Dündar Kılıç ada söyleyecek bir şey de kalmıyor.
Keşanlı Ali Destanı
Kürt Cemali nin öldürülmesi ve arkasından yapılan gösteriler sanat dünyasının konuya ilgisini çekti. Önce Nuri Sesigüzel türküsünü yaptı arkasından  Piç Ahmet  lakaplı başka bir türkücü bir plak yaptı. Olay ünlü hikaye ve oyun yazarı Haldun Tanerin dikkatini de çeker Altındağlı Avukat Şefik Günder ve Atıfbeyli Tahsin Yaman la tanışır, konuyu araştırır ve inceler. Daha sonra "Keşanlı Ali Destanı" ortaya çıkar, olayın geçtiği Sineklidağ gecekondu mahallesi Altındağ olduğu söylenir. Gerçi hikaye birer bir aynı olmasa da Kürt Cemali olayından bir esinlenmede vardır.
Ankaralı Kürt Cemali'ye Ağıt
Kaderim böyleymiş, ağlama anam
Cemalin boyandı al kızıl kana
Dört tane yavrumu bıraktım sana
Layikmidir felek bu ölüm bana
Ben ölürsen bağlatmayın başımı
Arkadaşlar diksin mezar taşımı
Annem silsin gözlerimin yaşını
Dertli yazın mezarımın taşını

(Pathe Plakları-7-PTC 254)





Levent Cantek
http://derinhakikatler.blogspot.com/2006_04_01_derinhakikatler_archive.html
Ikincisi, Haldun Taner'in Keşanlı Ali Destanı adlı ünlü oyununa konu olan Altındağ'lı Kürt Cemali ile daha önce adı geçen Hacettepe'li Kabadayı Mehmet'in kavgasıyla ilgili. Söz konusu olan "delikanlılık"tan mafya babalığına geçiş yapan, haraç alan, kumarhane işleten, it kopuk besleyen, en yakın arkadaşı Sarı Veli'yi öldürecek kadar soysuzlaşan Kabadayı Mehmet'in kendine rakip gördüğü Kürt Cemali'yle mücadelesiydi. Işin hitamında Mehmet'in Kürt Cemali'yi öldürmesi, Altındağlılar üzerinde büyük infial yaratır. Hacettepeliler ile aralarında çoğu yerde polisin dahi karışamadığı kavgalar yaşanır. Kabadayı Mehmet üzerinden tüm Hacettepe hedef alınarak sağa sola divane saldırılar olur. Hacettepe, bir yanda göç alıp göç verdiği, evlerinin birer birer yıkıldığı kendi tükenişini yaşarken, öte yanda mahallenin son kabadayısını, onun geçmişteki zayıfı, bilhassa ırz ehlini koruyan delikanlı günlerinin hatırına neredeyse "zoraki" olarak çekmektedir. Daha yırtıcı ve aç olan yaslı Altındağ ahalisi ise günlerce yasını tuttuğu Cemali'nin intikamını, yine o kenar-şehirin kanunlarına uygun olarak, Kabadayı Mehmet'i Hergele Meydanı'nda öldürerek alır. Bu hesaplaşmalar, kan alıp kan vermeler Hacettepe'yi kendini tüketmeye yönelik bir gidişat içine sokarken, merkez -yenişehir sakinleri- nezdinde gittikçe büyüyen bir cezalandırma arzusu yaratıyordu. "Bu adamların bir yerde durdurulmaları gerekiyor!"du. Aynı dönemlerde Ihsan Doğramacı'nın hastahane projesi bu cezalandırma arzusuyla önemli ölçüde örtüşecekti.

mor yazılar 11

dündar kılıç ın gençliği, rolünde payidar.
mehmet kabadayı, rolünde akif kabadayı. ( gerçek soyadı kabadayıdır.)
sarı veli, gençliği rolünde sarı fikret.
karagöz kemal, gençliği rolünde hayali ömerin,
canlandırıldığı hacetteli 4 genç in hayatını anlatan dizi.
dündar kılıç ın babası kan davası yüzünden ankaraya göç eder, fırıncılık yapmaya başlar,
dündar kılıç da yeni yeni alem ile tanışmaya başlar ve kendine usta olarak kabadayı mehmet i seçer.

hergele meydanı ve bent deresi, mehmet ve adamların dan soruluyordu o zamanlar. kabadayı mehmet para meselesi yüzünden can arkadaşı sarı veliyi bıçaklayarak öldürür. eski cezaları ile birlik de kesinleşen onbeş yıl ceza alınca mehmet in kumar ve diğer işlerine dündar kılıç bakmaya başlar.


ama post a karagöz kemal oturur bu sefer de, karagöz kemal in babası karagözcüdür, lakabı buradan gelmektedir ve hacettepe spor un efsane sol açığıdır aynı zamanda.


karagöz kemal in yumuşak huylu olması, olaylara tam hakim olamaması dündar kılıç ı ankara da daha güçlü hale getirir, zaten kemal de zaman ile bu işlerden elini ayağını çeker.


hala çanakkale de hacettepe spor un unutulmaz renkleri mor, beyaz a boyadığı evinde yaşamaktadır.


mehmet af ile hapis den çıkınca dündar ile yollarına devam ederler. tek hasımları ankara nın en namlı kabadayısı kürt cemali dir. kürt cemali sıvas da askerliği yaptığı zamanlar da, kumar geliri tamamen mehmet ve dündar a akmaktadır. cemal buna son vermek için askerden izin alır ve mehmetin hergele meydanın da yeni açtığı mekana biraz da gövde gösterisi yapmak için gider.


racon a göre içeri alınan ve kumar a davet edilen cemal masayı kaldırır, oyun kopar. ama cemal oyuna devam etmek ister, dündar ve mehmet her an bir hadisenin çıkacağının farkındadır ve o sırada silahlar patlar, ışıklar söner kimin, kime ateş ettiği belli olmaz, ışıklar yanınca kürt cemali nin vurulduğu anlaşılır.


dündar kılıç bütün hayatı boyunca cemaliyi kendinin vurmadığını söyler, tanıklar da dündar ın havaya ateş ettiğini söyler.


kabadayı mehmet ceza alır ama af dan yararlanıp kısa sürede içerden çıkar ama cemali nin adamları ve aşireti ankarayı kana, kan isteriz diye inletmektedir.


kabadayı mehmet i pusuya düşüren cemali nin 12 yaşında ki yeğeni vurup öldürür.


dündar kılıç artık ankara da duramayacağını anlar ve istanbula göç eder. 

 

Yeşilçam’ın usta oyuncusu Bilal İnci’nin torunu Ayçin İnci


Yeşilçam’ın usta oyuncusu Bilal İnci’nin torunu Ayçin İnci’yi en son “Benim Annem Bir Melek”te, saf gelin Nalan rolünde izlemiştik. Güzel oyuncu artık, hikâyesi 1950’li yıllarda geçen “Mor Menekşeler” dizisinin Köfte Leman’ı...
Mor Menekşeler”de Köfte Leman rolüyle karşımıza çıktınız. Bu dizide yer almanızda ne etkili oldu?- En son “Benim Annem Bir Melek”te rol almıştım. O dizi 2010’un mayıs ayında final yaptı ve ben bir yıl boyunca birçok senaryo okudum. İlk başlarda yalnızca komedi dizilerinin senaryoları geliyordu, daha sonra drama dizilerinden de teklifler almaya başladım ama içime sinen bir dizi olmadı. “Mor Menekşeler” teklif edildiğinde ise beğendiğim bir yönetmen olan Serdar Akar ve yapımlarını keyifle izlediğim Adam Film adını duyduğum için projeyi çok merak ettim. Senaryoyu okuyup ‘Köfte Leman’ gibi çok yönlü ve bugüne kadar oynamadığım türde bir karakterle karşılaşınca da bunun oyunculuğumu pekiştirmek için yakaladığım bir fırsat olduğunu fark ettim. Bir sinema filmi zarafetinde çekilen “Mor Menekşeler”in özenle oluşturulmuş kadrosunda olmak, benim için zorlayıcı ve bir o kadar da keyifli bir sınav.

Hayat kadınını oynamak nasıl bir his?- Ben Köfte Leman’ı ve onun gibi bir tercih yapmak mecburiyetinde kalan hanımları, yaşamsal haklarımız manasında eşit görüyorum. Başkaları tarafından parmakla gösterilip kınanan, dedikodu malzemesi yapılan, ezilen, şiddet gören bir kadının, umursamaz ve güçlü gibi görünen kabuğunun altındaki duyguları yansıtmaktan da başta bir insan ve bir kadın olarak özel bir mesuliyet duyuyorum.

ERKEK DİLİNİ İYİ  BİLEN BİR KADIN
Leman, ‘köfte’ lakabını nasıl alıyor?- Dizide hemen hemen her karakterin bir lakabı var. Soyadı Kanunu 1934 yılında yürürlüğe girdi ama 1950’li yıllarda hâlâ eskiden gelen bir alışkanlıkla insanlar lakaplarıyla tanınıyordu. ‘Köfte’ de Leman’a erkekler tarafından takılmış bir lakap. Köftenin yumuşak ve leziz olması, 7’den 70’e herkes tarafından beğenilmesi de kadının özelliklerine uygun bulunmuş olabilir.

Mor Menekşeler” aslında bir erkek hikâyesi. Dizide üç kabadayının 1950’li yıllarda geçen öyküsü anlatılıyor. Köfte Leman bu hikâyenin neresinde kalıyor?- İlerleyen bölümlerde her karakterin hikâyesinin birbiriyle ilişkili olduğunu göreceğiz. “Mor Menekşeler”, öncelikli olarak erkek hikâyesi ama Köfte Leman da erkek dünyası içinde ömür tüketmiş, erkek dilini iyi bilen bir kadın...
AŞK DEYİNCE AKLIMA SADECE AHMET GELİYOR
Aşk, Ayçin İnci’ye ne ifade ediyor? Bu aralar neye ya da nelere aşk duyuyorsunuz?- Aşk deyince benim aklıma, bu ay yedinci yılına girdiğimiz beraberliğimizin benim için öznesi olan Ahmet’ten (Ahmet Mümtaz Taylan) başka bir şey
gelmiyor... Ben hobilerine aşık olanlardan değilim maalesef, bu tanımlamaları klişe buluyorum.

Ablanız Ayça İnci, “İnci’den Çöp Şiş” adında bir restoran açtı. Sizin de oyunculuk dışında böyle bir yatırımınız var mı?- Ablam çok güzel bir işe imza attı, babamın dedeme yıllar önce İzmir’de açtığı çöp şişçiyi İstanbul’da hizmete soktu. Annem ve babam, ablamın en
büyük destekçileri. Ben de işimden arta kalan zamanlarda ablamın yanındayım. Benim şu anda Eskişehir’de çekimleri devam eden dizimden başka odaklandığım
bir şey yok. Ama belki ileride ben de böyle bir girişim düşünebilirim.
EMEK HIRSIZLIĞINA SON
Dedeniz Bilal İnci’yle ilgili telif sorunları çözüldü mü?- Maalesef hayır... Ne dedemin ne de bir başka oyuncunun telif alabildiğini gördüm bugüne kadar...
Oyuncu sendikası ve mesleki örgütler bu konuda uğraşmalarına rağmen hâlâ emeğimiz sömürülüyor. Dedemin rol aldığı 120 film var. Babamın amcası, halam, ablam ve eşim oyuncu. Yani telif meselesi bizim ailemizin tamamını ilgilendiren bir konu. Bir kez de sizin aracılığınızla “Emek hırsızlığına son” diyorum...

mor yazılar 9

Çekimleri Eskişehir-Odunpazarı’nda devam eden “Mor Menekşeler”, iki kardeşi aynı sette buluşturdu.
Çok yakında TRT’de başlayacak olan, üç gencin delikanlılıktan kabadayılığa uzanan çarpıcı serüvenini konu alan dizide Güven Kıraç, kardeşi Gökhan ile birlikte kamera karşısına geçiyor.


şahin büyükkaya 
Hacettepe, Eskişehir Odunpazarı’na taşındı!
TRT’nin ‘Mor Menekşeler’ dizisi  absürd dizilerin arasında kaybolup gitmezse iyi oyuncu seçimi ve hikaye derinliğiyle sürer gider. 1950’li yılların Ankara  Hacettepe’sini anlatan dizinin yönetmeni  Serdar Akar. Dizinin hikayesi aslında  Ankara Hacettepe’de geçiyor ama dizinin çekimleri Eskişehir’in tarihi Odunpazarı İlçesi’nde yapılıyor. Güven Kıraç, Zafer Algöz, gibi usta oyuncuların yanısıra Sinan Tuzcu, Sarp Leventoğlu, Ömür Arpacı, Umut Kurt, Ayçin İnci gibi genç oyunculardan oluşan kadrosuyla ‘Mor Menekşeler’ iyi kotarılmış bir dönem dizisi olarak dikkat çekiyor..


 Mor Menekşeler' adlı dizide 'Fakir Şükrü' adlı eski bir kabadayıyı canlandıran Güven Kıraç, oyunculuk performansıyla göz dolduruyor. Kıraç'ın kardeşi Gökhan Kıraç'da aynı dizide rol alıyor ve ağabeyinin yani 'Fakir Şükrü'nün yakın adamı 'Osep'i canlandırıyor. "

ŞAHİN BÜYÜKKAYA: TRT’nin böyle bir şansızlığı var. Mor Menekşeler diye bir dönem dizisi var. O dizi başka büyük bir kanalda olsa ilk beşe girer. TRT reklamını yapamıyor.

 Sina Koloğlu'nun köşesinden..

İKİ DÖNEM DİZİSİ, ‘MOR MENEKŞELER’ VE ‘BİR GÜNAH GİBİ’ ÜZERİNE

Serdar Akar yönetiminde Eskişehir Odunpazarı’nda çekilen ‘Mor Menekşeler’ iki bölümünü izleyiciye sundu. ‘Behzat Ç.’ nin önyargısı da olabilir, yani ‘Mutlaka iyi iş çıkarmışlardır” diye düşündürüyor. Evet, bu gözle izledim. Bunu saklamıyorum. Ama bir yere kadar zorlayabilirdim, ondan sonrası “Bu dizi hoşuma gitti mi?” sorusuna takılırdı. Öyle de oldu. Cevabım “Evet, bu iyi bir dizi” oldu.
Daha ilk bölümde bir Güven Kıraç olayı vardı. “Ben bu diziye imzamı koydum arkadaş” mesajını verdi. Ne olursa olsun TRT özel kanallar kadar ‘gaddar’ değil. Onun için dizi kendini toparlama şansını buluyor. ‘Mor Menekşeler’ konuyu önümüzdeki bölümlerde yerine oturtup kanalın iyi işlerinde biri olarak ömrünü sürdürür bence.


hakan arslanbenzer  populist kültürde yazmış yazıdan bir bölüm

Mor Menekşeler, Elveda Rumeli ve Kurtlar Vadisinden bile iyi yazılmış bir dizi. İlişkilerin tarihi, derinliği, trajikliği üzerine sonunda gelen ağır cümleler edebiyat seviyesine yaklaşıyor; bugünün ortalama edebiyatını ise fersah fersah aşıyor. Levent Cantek yazmış senaryoyu. Popüler kültür akademisyeni, yazarı, editörü. Ankaralı, 1969′lu. Derin Hakikatler diye tuhaf bir blogu var. Serdar Akar’la çok özel bir ikili olmuşlar, birinin senaryosu, öbürünün rejisi, Zafer Algöz, Güven Kıraç ve daha genç oyuncuların oyunu derken ortaya hiçbir ölümsüz Türk eserine yaslanmayan, eh işte popüler kültürden bilen, Ankara hikayeleri bilen bir orta karar akademisyenin senaryosundan çıkan gerçekten değerli bir eser çıkıvermiş. İsmi berbat. Hani nerde Kurt Kanunu isminin bile ima ettiği deha, nerde Mor Menekşeler saçmalığı? Adamlar kabadayı yahu. Ama nedir, mor menekşeler. Hiç olacak bir şey değil ama oluyor işte. Böyle sallapati, yarımyamalak, edisyon ve edebiyat açısından bir şey vadetmeyen tekstler iyi bir oyunculuk ve rejiyle, esas olarak ise inançla hem kâr hem izlenirlik hem de akılda kalıcılık ve söz değeri yaratabiliyor.
000000000000000000000000000000000000000000000000000000000000

Eda Solmaz
Delikanlı aşık olmaz delikanlı aşka sahip olur

Tarihin anlatıldığı dizilerin ekranlarda çıkışta olduğu son zamanlarda, farklı bir dönem dizisi izleyicisinin karşısına çıkmaya hazırlanıyor. 50’li yılların Ankaralı kabadayılarının siyasi, spor ve aşk üçgeni etrafındaki hayatlarını anlatan Mor Menekşeler, TRT’de Pazartesi günü seyircisi ile buluşacak. Dizinin Eskişehir’deki setine konuk olduk ve Sarp Levendoğlu, Umut Kurt ve Ömür Arpacı ile kabadayı olmanın inceliklerini konuştuk.

Ankara’nın en ünlü kabadayıları Eskitepe’de yani Hacettepe’de 1950 ve 1970’li yıllarda yaşadılar ve dönemin en ciddi olaylarında onların da parmakları vardı. Bu sezonun iddialı yapımlarından biri olan Mor Menekşeler orada yaşayan 3 gençten yola çıkarak birçok gerçek ile bizi yüzleştirecek. Kameranın arkasında ise Behzat Ç.’nin de yönetmeni olan Serdar Akar var. Dizi her ne kadar yine bir Ankara hikayesi anlatıyor olsa da çekimler Eskişehir’de sürüyor. Çünkü çekimleri yaptıkları Odunpazarı ilçesi doğal bir set havasında ve tarihi dokusunu hâlâ koruyabilmiş. Sarp Levendoğlu senaryoyu neden kabul ettiğini şöyle anlatıyor, “İki talihsiz işte bulunmak durumunda kaldım. Olmaması gereken bir takım olaylar yaşadım. Oyunculuğa kırgındım. Bu dizinin senaryosu elime geçtiğinde ne olursa olsun, yer almak istedim.” Ömür Arpacı, “Temmuz’un başından beri bu iş için çalışıyoruz. İlk defa bu kadar farklı bir karakter oynuyorum.” Umut Kurt, “Aslında bu yıl benim tiyatro yapıyor olmam lazımdı. Dot’ta tiyatro oyununa başlayacaktım. Senaryo bana geldiğinde bu işte yer almalıydım. Neredeyse tuvalete bile beraber gidecek bir ekip olduk” diyor.

Bu adamlar zeki ve ozan gibi atışıyorlar

Dizide kabadayıların kendi lugatları da var. Gündelik dilden çok uzak da atışmaları olacak. Levendoğlu, “Ankaralı Kabadayılar kitabı bize çok yardımcı oldu. Bu adamların hayattaki oyunlarından biri ozan gibi atışmak. Zeka çok önemli onlar için. Ayrıca dizi için bıyık bıraktım. Hayatımda tespih taşımam, çekmeyi bile öğrendim. Öyle ki bıçak çekme dersi bile aldım” Kurt, “Diziyi izlerken göreceksiniz alışkın olduğunuz ya da sürekli kullanılan kelimeler yok. Herkes aşağı yukarı dizinin içinden kendine birkaç cümle çekecektir” diyor. “Bu kadar erkek egemen bir dizinin kadın izleyicileri de olacak mıydı?” sorusunu ise şöyle cevaplıyorlar, “Kabadayılar dünyasında kadınlara yer yok. Bu bir kadın hikayesi değil. Ama aramızda kadın karakterler de var. Biz o dönem çalışan kadının ne yaşadığını görüyoruz, bir anneyi, genç kızı da... Bu adamlar birçok şeyi kadınlar için yapıyorlar.”

Müşterisi farklı bir iş çekiyoruz

Mor Menekşeler’in yavaş yavaş algılanacağını belirten oyuncularından Arpacı durumu şöyle tarif ediyor, “Bazı işler vardır, oyuncu, senaryo birleşimi olur. Bu bir dönem işi. Şu an revaçta bu konu. Müşterisi farklı bir iş olarak düşünüyorum. Müptelası çok olacak. Böyle işleri Türk halkı seviyor.” Dizi öncesi birçok araştırma yaptığını söyleyen Umut Kurt, dizideki her şeyin çok gerçekçi olduğunu belirtiyor ve ekliyor “Oradaki karakterlere baktığım da çok da ahlak sınırları dışında fikirleri yok. Kurallarını, kanunlarını kendileri koyuyor. Onlara yanlış gelen bir şeyi kendi yöntemleri ile hallediyorlar. Sporcular bunlar aynı zamanda. Hacattepe Spor Kulübü’nde futbol oynamışlar.” Levendoğlu ise sinemadaki kadar sert olamayacaklarını söylüyor, “Sinemadaki kadar sert ve açık olamayız. Kült olacak bir iş çekiyoruz. Çekim kalitesi ve senaryosu ile arşivlik olacak. Sette ise özellikle Zafer Algöz’e çok gülüyoruz.”

Delikanlı aşık olmaz delikanlı aşka sahip olur

Günümüzde kim kaldı delikanlı sorusuna ise Umut Kurt şöyle cevaplıyor, “Kalmadı kabadayılar şimdilerde. Bana göre kabadayılık delikanlılıktır, efendiliktir.” Levendoğlu, “Bugüne kadar acayip delikanlıca bir şey yaptım mı bilmiyorum. Öyle ki ‘kabadayı aşık olmaz, kabadayı aşka sahip olmak ister’ felsefesini benimsemişler. Role çalışırken bunu göz önünde bulunduruyorum.” Bu dizi için ezber bile yaparken heyecanlandığını söyleyen oyuncular Eskişehir-İstanbul arasında neleri özlediklerini ise şöyle tarif ediyorlar, Kurt, “Burada ev kurma kısmı zordu, bizim hanım da (Ezgi Mola) İstanbul’da kaldı, o kötü oldu.” Levendoğlu, “Özlemedim İstanbul’u. Gitmiyorum da buraya geldiğimden beri.” Arpacı, “Yol yorucu oluyor. Eşimi özlüyorum. Ama buraya gelmeyi iple çekiyorsunuz.”

volkan vural mor menekşeler dizisine tepki gösterdi



MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural TRT’nin kamusal yayın yaptığını belirterek tüm siyasi partilere eşit mesafede olmadığını savundu. TRT’deki Mor Menekşeler dizisinde “Dolandırıcı’’ rolündeki bir kişinin konuşması sırasında “Turan’dan, Türk’ten bahseden var mı artık’’ gibi ifadeler kullandığına dikkat çeken Oktay Vural “Dolandırıcılar şahı” denilen bu kişi, başka bir siyasi kimlik uygun görülmedi de bununla mı ilişkilendiriliyor” dedi. Vural, aynı dizide, “Demokrat Parti kimliğinin de yolsuzlukla ilişkilendirilmeye çalışıldığını öne sürdü

Mor menekşelerin hüznü: Hacettepe


                                       





GÜRKAN HACIR / AKŞAM
Kanal D de büyük reklam kampanyasıyla vizyona girmeye hazırlanan dizi film Keşanlı Ali Destanı aslında ünlü yazar Haldun Taner’in unutulmaz eseridir. Uzun yıllar tiyatro sahnesinde Engin Cezzar’ın başrolüyle sahnelenmişti. Peki ünlü yazar Taner Keşanlı Ali’yi nereden esinlenmişti?

Kürt Cemali 1950 lerin Ankara’sında efsane bir kabadayıydı. Ankara’nın bir çok mekanını haraca bağlamıştı. Bileği bükülmez bir delikanlıydı. Bu köşenin okurları hatırlayacaktır. Üzerinde tam 2 yıl çalıştığım Hacettepe mahallesinin hikayesini ayrıntılarıyla “Mor Menekşelerin Hüznü” adıyla yazmıştım. (Şimdi o da TRT’de dizi olarak yayınlanıyor.) İşte Hacettepe’nin en ‘hızlıları’ Kabadayı Mehmet ve Dündar Kılıç’ın ortak ‘icraatıyla’ Kürt Cemali öldürüldü. Davetli olduğu kumarhanenin açılışında üzerine kurşun yağdırıldı. O günden sonra Kürt Cemali için Altındağ’da ağıtlar yakıldı. Adına türküler bestelendi. Kürt Cemali efsanesi tüm Türkiye’ye yayıldı. Haldun Taner’de bu kabadayının hayatından esinlenerek bir tiyatro oyunu yazdı. Ancak küçük düzeltmeler yaparak! Kürt sözcüğü Keşanlı olarak değiştirildi, Altındağ ise Sineklidağ olmuştu.

Şimdi yıllar sonra iki mahallenin kavgası ekranda sürecek. Bakalım kan dökülerek biten bu kapışmadan tv ekranlarında kim galip çıkacak? Hacettepe’nin Mor Menekşeleri mi yoksa Kürt Cemali’nin Altındağ’ı mı? 
 işte o yazı


Mor menekşelerin hüznü: Hacettepe


Kabadayı Mehmet'ten Dündar Kılıç'a dönemin namlı kabadayılarının mahallesi Hacettepe. Bir takımla bütünleşmiş mahallelinin hüzünlü öyküsü Hacettepe. Ve bugün mazisini arayan insanların büyük özlemi...

Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara'yı ortadan ikiye ayıran demiryolu, kenti de sosyal olarak ikiye bölüyordu. Demiryolunun üst yanı, eski Ankara olarak Ulus, Samanpazarı, At Pazarı ve Çankırı kapısı cumhuriyetin kuruluşunu ve eskiyi yaşatıyordu. Demiryolunun alt yanı ise adı üstünde; Yenişehir. Ona yüklenen misyon adıyla aynıydı. Yenişehir ve giderek Çankaya Köşkü'ne uzayan yollarla yeni gelişen modern Ankara. Yani demiryolunun bir yanı eskiyi, taşrayı öte yanı ise çağdaşlığı ve geleceği temsil ediyordu. Peki demiryolunun içinden geçtiği semt neyi yaşatıyordu. Yenişehir'den Ulus'a tırmanılan o tepe,  kentte hangi sosyal statüye yerleşiyordu? Hem modern Ankara'nın en yakın yerleşim birimi hem eski Ankara'nın mimari özellikleri ve bir gecekondu mahallesini andıran sosyal kabuğuyla hangi çerçeveye sığıyordu?

***
Bir gezisinde Hacettepe sırtından aşağı bakan Başbakan Adnan Menderes 'Bu çöplüğü adam etmek lazım' demişti. Kavgaları bir yana, birbirlerine olan bağları ile de dönemin yöneticilerini ürküten bir halleri vardı. Her şey kontrol altına alınsa bile onlar zaptedilemiyorlardı. Bir büyük kabile veya aşiret gibi birbirlerine tutkun, içine kapanık yaşamları vardı. Hacettepeli olmak onlar için ölümle bile değişecek bir kimlik değildi.

HARBİYELİ'YE DAYAK İlk görkemli icraatları, mahallenin kızlarına yan bakan Harbiyeli üç öğrenciyi marizlemek olmuştu. Harbiyeliler bir otobüs dolusu arkadaşlarıyla Hacettepe kapılarına dayanmışlardı. Tüm mahalleli, Harbiyelilere karşı bir olup meydan dayağı atmıştı. Bu olay, Hacettepe için dönüm noktası olmuş, birbirlerini akraba gibi gören mahallelinin arasında organik bağlar kurulmuştu. Artık Hacettepe'ye yan bakan olamazdı. Ne Altındağ'ın adamına benzerlerdi ne de derenin (Bentderesi). Mahallelerinin sırtlarındaki dönemin en görkemli gazinosu Esenpark'tan sızan nağmelerle, mor menekşeli bahçelerinde artık güven ve gurur içinde gezebilirlerdi.
3-4 kuşaktır Ankaralı olan topluluk cemaat disiplininde yaşıyor, başkentin ilk gettosunu kuruyordu. Mahallede yaşanan her türlü yasadışı iş, onlara göre zararsızdı. Önemli olan namus ve mala karşı bir şey yapmamalarıydı. Kırıp dökmek delikanlılığın harcındandı. Hacettepe zaten sert abilerin mahallesiydi.

FUTBOL HER ŞEY DEMEKTİ Bu ele avuca sığmayan mahallenin futbol takımı da ele avuca sığmıyordu. Takımın mor-beyaz renkleri, Hacettepe parkındaki mor ve beyaz menekşelerden alınmıştı. Mahallenin milli renkleriydi. Takımın her maçı şenlik havasında geçiyor, kadınlı erkekli tüm Hacettepeliler statta yerlerini alıyordu. Mahallede yetişen her delikanlı, takımın önce ateşli bir taraftarı ardından futbolcu adayı oluyordu. Hatta namlı kabadayılardan 'Kabadayı Mehmet' kaleci antrenmanlarına çıkmış, önünde oynayan 'Karagöz Kemal'le korkunç bir defans olmuşlardı. Yanlı maç yönettiğine inandığı bir hakemi tek yumrukta yere seren Karagöz, kimine göre ömür boyu, kimine göre birkaç maç ceza almıştı.

TOZLUK İÇİNDE BIÇAK Futbolla kavga iç içe girmişti. Hatta maçlardaki düşmanlık hissi o denli güçlü idi ki 1955-1959 arası takımın maç kritiklerini kaleme alan 'Gogo' lakaplı Turgut, rakipleri için 'hasım' sözcüğünü kullanıyordu. Rakip takım, mahallenin o maç için hasmı oluyordu. Halen hayatta olan eski kaptanlardan 'Baba Kazım'a göre onlardan önceki kuşak futbolcular, tozluklarının içine sakladıkları bıçaklarla sahaya çıkıyorlardı. Takıma çok sayıda doktorun katılmasıyla kabuk değiştirmeye başlayan Hacettepe'de yine de mahallenin kavgacı havası eksik olmuyordu. Dr. Alaattin'in gelişiyle beraber takımdaki doktor sayısı 6'ya yükselmiş, birçoğu yüksek tahsilli olmuştu. Ama dedik ya sert adamların mahallesiydi diye, hiçbir antrenmanını kaçırmayan 'Sarı Veli' ile 'Kabadayı Mehmet' oyuncuları koşu çalıştırıyordu. Ancak depar çalışması için verdikleri start ilginçti. 3 2 1 diye sayıp silahlarını ateşliyorlardı. Taaaak! Başla!
Hemen her maç olaylı geçiyordu. Karşı takım taraftarının tezahürat yapması Hacettepelilerin tahammül edemediği bir şeydi. Bir dönem takımda futbolculuk, uzunca bir sürede genel kaptanlık yapan eski Başbakanlardan Şükrü Saracoğlu'nun oğlu Aydın Saracoğlu, dönemin Ankara Cumhuriyet Savcısı'ydı. İş çoğunlukla ona düşüyor ve başı derde giren futbolcu ve taraftarları içeriden, 'Aydın Abi' kurtarıyordu. Kavgasız maçlarda küfür yine de kabullenilir bir şeydi. Hacettepe taraftarının çileden çıktığı bir maçta tribünü zapt etmek 'Veli Dayı'ya (Sarı) düşmüş, eli belinde tribünler önünde yürüyünce kötü tezahürat sona ermişti. Kazım Türesin'e 'Baba' lakabı da 'Sarı Veli' tarafından, 3-2 mağlupken son saniyede attığı gol nedeniyle verilmişti. 'Sarı Veli' tribünden sahaya bağırmıştı. 'Kazım, Sen Babasın Baba! Gene g... kurtardık!' Artık kaptanın adı 'Baba Kazım'dı. Ve yıllar yılı da öyle kalacaktı.    
Sakatlıklarda başvurulan yöntem inanılmazdı. Kırıkçı-çıkıkçı Emine Hanım takımı elden geçirmişti. Bir maç sonrası ayağı portakal büyüklüğünde şişen santrfor Hayri, Emine Hanım'ın sihirli elleriyle tedavi ediliyor ve ertesi günkü maça yetiştiriliyordu.

OLAYLI MAÇ SONRASI 1. LİG1962'de 1. Lig'e çıkışları çok renkli olmuştu. Ön elemelerde Şekerspor, Altın Hilal ve Vefa'yı yenmişler, asıl gürültüyü dönemin flaş ekibi Beyoğluspor'u devirerek çıkarmışlardı. Baraj maçında o yılların güçlü takımı Demirspor'la karşılaşacaklardı. Deplasmana takımla beraber taraftarın da gitmesi Hacettepe'nin getirdiği bir yenilikti. Hem de ne yenilik! Deplasmana 2-3 bin kişilik kalabalıklarla gidebiliyorlardı. Bursa'daki maça yine cümbür cemaat gitmişlerdi. Maç karşılıklı gollerle geçmiş ve Hacettepe son  10 dakikaya 2-1 yenik girmişti. Futbolcularda adım atacak hal kalmamıştı. Taraftar imdada yine en iyi bildiği yöntemle yetişmişti: Kavgayla! Eski kalecilerden 'Orley İhsan', rakip taraftarlara saldırmış, ortalık karışmıştı. 'Nay nay nom Erol'a göre karşı tarafa 40 yaralı vermişler, kendisi dahil 4 yaralı ile cengi atlatmışlardı. İstedikleri olmuş, maça yarım saat ara verilmiş, takım nefes almıştı. Maç başladığında artık iş teknik direktöre kalmıştı. O da üstüne düşeni yapmıştı. Sabri Kiraz sol kanatta oynayan 'Susak Yılmaz'ı sağ içe almış ve rakibin tüm planını alt üst etmişti. Susak, attığı nefis golle taçlandırmış ve maçı 2-2 ye taşımıştı. Hacettepe artık 1.Lig'deydi.

KABADAYI ÜÇLEMESİ Mahallenin renkli simalarından biri 'Karagöz Kemal'di. Asıl adı Kemal Sevilen olan Karagöz'ün lakabı babasından dolayıydı. Ünlü Karagöz sanatçısı Mehmet Muhittin Sevilen'in oğluydu. Çok sevilmiş, kulübün sembol isimlerinden olmuştu. Asıl ünü kabadayılığından gelmiş, namı Ankara'ya yayılmıştı. Akli dengesi bozuk birinin kaçırdığı bir kız çocuğunu, polisten önce elinden almış, kızın hayatını kurtarması bir şehir efsanesi olmuştu. Hacettepe sert abilerin, ağır delikanlıların harman olduğu yerdi, ama efsanevi Kabadayı Üçlemesi Ankara'da herkese korku veriyordu: Kabadayı Mehmet, Sarı Veli ve Karagöz Kemal. 

KORUMASI DÜNDAR KILIÇ'TI  'Kabadayı Mehmet' mahalleli tarafından mert, iyiliksever ancak gaddar olarak tanınıyordu. O yıllardaki yakın korumasının ismi bile nasıl bir kabadayı olduğunu iyi anlatır: Dündar Kılıç. Kumarhanesiyle Ankara'nın gayrimeşru hayatını kontrol eder olmuştu. Sık sık hapse giriyor, o cezaevinde iken mahalle ve Ankara yakın arkadaşı 'Sarı Veli'ye kalıyordu. Mahallelinin Veli Dayı dediği 'Sarı Veli' ile 'Kabadayı Mehmet' sırt sırta tüm dövüşlerden çıkmış, cezaevinde aynı yatağı paylaşmış can dostlarıydı. Ama Kabadayı'nın cezaevinden çıkmasından sonra aralarına dedikodu ve çekememezlik girmiş, yolları ayrılmıştı. 'Kabadayı Mehmet' cezaevinden çıkışının hemen ardından en yakın arkadaşı 'Sarı Veli'yi öldürmüştü. 'Ölümün ve raconun çocukları' artık birbirlerine de kıymaktaydı.                           
Ancak, Hacettepeli sert abiler yalnız değildi. Altındağlı 'Kürt Cemali' de şehrin güçlülerindendi. 50 yıl geçmesine karşın halen nasıl olduğu bilinmeyen -bir cinayetle - öldürüldü. 'Kabadayı Mehmet'in açtığı kulübe davetli olarak gelen 'Kürt Cemali' bir tartışma sonrası mermilerin hedefi olmuştu. Şüpheli olarak 'Kabadayı Mehmet' ve Dündar Kılıç aranır. Anlatılanlara göre kulübün ışıkları bir an için söndürülmüş, kimin ateş ettiği belli olmayan bir çatışma çıkmış, ortalık durulduğunda Cemali'nin cesedi ile karşılaşılmıştı. Ankara kaynayan bir kazana dönmüş, Cemali'nin yakınları ve Altındağlılar yürüyüş yapıp intikam yemini etmişti. Cenazesi büyük bir kalabalıkla kaldırılmış, gazeteler günlerce olayı manşetten vermişlerdi. Artık hedefteki yer Hacettepe'ydi.Yıllar sonra Dündar Kılıç 'O an bizi yakalayanı Ankara'ya vali yaparlardı' diyerek o günüözetler.

BEKLENEN ÖLÜM TEZ GELDİ'Kürt Cemali'nin ardından ağıtlar yakılacak, yıllar sonra Haldun Taner, Keşanlı Ali Destanı'nı 'Kürt Cemali' için yazacaktı. Bu olay 'Kabadayı'nın yakasını ölünceye kadar bırakmayacak, birkaç gün sonra polise teslim olup cezasını yatmaya başlayacaktı. Ardı sıra cinayetten sorumlu tutulan Dündar Kılıç da teslim olacak ve cinayete iştirakten Ulucanlar Cezaevi'nde yatacaktı. Çanlar bu kez afla salıverilen 'Kabadayı' için çalmaktadır. En yakın arkadaşını yıllar önce katletmiş, koruması Dündar ise cezaevinden çıkıp İstanbul'a yerleşmiştir. Savunmasız kalan 'Kabadayı' için beklenen son gecikmez. Cezaevinden çıktıktan kısa bir süre sonra Kürt Cemali'nin yeğeni tarafından öldürülür. 'Kabadayı Mehmet' ve 'Sarı Veli' ölmüş 'Karagöz Kemal' ise zaten onlar kadar kıyıcı olmadığı için kabuğuna çekilmiştir. Dündar Kılıç ise çoktan İstanbul'u mesken tutmuştur. Hacettepe artık hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır.
ONLAR HACETTEPELİ'YDİ
Onlar iki Ankara'nın arasına yerleşmiş mahallenin sakiniydiler.
Onlar üç-dört kuşaktır Ankara'ya yerleşmiş yerlilerdi.
Onlar hem şehirli gibi modern hayata yakın, hem de  taşralı gibi yırtıcı ve aile bağlarıyla birbirlerine tutkun bir mahalleydi. Onlara pek söz geçmezdi.
Onlar Hacettepeli'ydi.
HACETTEPE'Yİ ARSENAL YAPACAĞIM
MAHALLENİN yaşadığı en büyük ve son sarsıntı ise İhsan Doğramacı ile olacaktır. Hacettepe'ye hastane projesi hazırlayan Doğramacı, tepkilere karşın dahiyane bir sözle mahallelinin gönlünü alır: Hacettepe'yi Arsenal yapacağım! Birer ikişer istimlak bedelleri bankadan çekilmeye başlanır. Mahalle kendisini yok edecek bu harekata umulan direnci gösterememiştir. Böylelikle en arızalı semt ayıklanmış ve ceket omuzdan düşük yürüyenler, kentin dört bir yanına savrulmuştu. Artık sıkı hikayeler dışında sarılacakları tek birliktelikleri kalmıştı: Futbol takımı. Ancak o da mahallenin dağılmasını takip eden yıllarda 1. Ligde zor tutunmaya başlamıştı. 1968 de 1. Lig'e veda eden Hacettepe, amatör kümeye kadar düşecekti. Melih Gökçek'in son hamlesiyle  tarih olacaktı. Keçiörengücü adını alan kulüp Hacettepelilerin iptal davalarına aldırmaksızın yoluna devam eder. Hacettepelilere ise her zamanki duyguları miras kalır: ÖFKE!
Bu gün Hacettepe'yi Sevenler Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği'nin lokalinde toplanan  Ankara'nın 'eski fırtınaları'  mor örtülerin serili olduğu masalarda anılarını yad ediyorlar. G.Birliği Oftaş'ın Hacettepe ismini almasıyla yıllar sonra kavuştukları takımlarına dört elle sarılıyor, ölen arkadaşlarının cenazelerini Hacettepe bayrağı sererek kaldırıyorlar. Uzun yıllar önce mahalleden ayrılan 'Karagöz Kemal'in Çanakkale'deki evinin dış boyasında yaşayan mor beyaz renkler, belki de sığındıkları son bir liman gibi duruyor.

video

                                  
                        








 


  


                





                                                                             klip



                                                          ne oldu gözlerinmi doldu 


                                                                 kamera arkası


                                                          mor menekşeler kar molası



                                                                    




 
arada olur

gala